Sanatın bir amacı var; o da ruhun zapturapta alınması. Paul Valéry
Ali Akay, 1998
Hız ve hareketi denetim altına almaya çalışırken, aynı hareketin akışkanlığına kendisini kaptırarak, hareketin ruhunu yakalamaya çalışan bir sanatçı olarak düşünebileceğimiz Günnur Özsoy, yaptığı heykellerinde hareketin getirdiği olumsallığa neredeyse bırakıyor kendisini. Plastik olarak biçimin etkisini en aza indirgemeye ve bu biçimin alınışında deneyselliği ve rastlantısallığı denetim altına almaya çalışırken, aslında kafasının içinde olan temayı da göz ardı etmemeye çalışıyor: Kadın ve bedeninin hareketi. Birbiri içine girmiş, kadın mı yoksa erkek mi belli olmayan figürlerinin cinselliğinden çok, formlarının belirsizliğinden bir sınır ortaya koyup; bu sınırlar içinde hareketin sanatsal ruhu ile biçimin anlamını birleştirmeyi denediği heykelleri bu bakımdan, nasıl yapıldığından çok ne şekilde biçim aldığını sorgulatan figürleri ortaya koyuyor. Ele aldığı formlar, kendisi için, nasıl yapıldığından daha çok ilgi çeken figürler. Günnur Özsoy, belki de bu şekilde ruhun sanatının nasıl yapıldığını araştırıyor. Sanatın amaçlarından biri de, sanatın kendisinin bir amaç olması. Her türlü anlatıdan ve göndermeden bağımsızlaşan figürler, sanatın bazen amacı olabiliyor. Bu ise ruhu alıştırmaya sokmak değil sadece; aynı zamanda da, bu ruh eğer bir eser olmazsa ve de eserin ne olduğunu sorgulamazsa hiçbir anlam taşımayacak bir şey. Kullanılan tekniğin denetiminin çok zor olduğu ve biçimin belirsizlikten başka bir şey olarak gözükmediği bir anda ruhu yakalamak ve o ruha bir şekil vermek sanatçının amacı haline geliyor. Bu biçim ise, sadece belirsizliğin ağır bastığı ve aynı anda da biçimin vücuda geldiği anda ruhun ve zihnin maddileştirilmesini birlikte var edebiliyor. O zaman, bu biçim güzel bir vücut halini alabiliyor. Cinsiyeti belirlenmemiş; ama kadın olduğu izlenimini veren vücutlar çıkıyor karşımıza. Kimi zaman birbiri içine geçiyor, kimi zaman ise bir fallüsün bereket tanrısı büyüklüğündeki hareketini sunuyor bizlere. Kurbanımsı törenlerdeki ayinleri hatırlatırcasına Diyonizyak tanrılara yapılan adaklarda olduğu gibi orjiyak figürler şekilleniyor bir belirsizlik ortamı içinden. Bu teknikle ancak bu boyutlarda çalıştığını söyleyen Günnur Özsoy, içbükey formların hareketinden oluşturduğu vücutlarını kıvrımlarıyla sunuyor bizlere. Bu şekilde de eserin kendisi belirli bir ruhu kazandırıyor kendisine: Tensellik kazanıyor. Bu tensellik, en uç belirsizlikten en belirgin figüre doğru giden bir geçiş törenini ortaya koyuyor: Bu tören ise, heykellerin olumsallık içinde almaya başladığı, oynaya oynaya ortaya çıkan formlardan başkasını meydana getirmiyor: deneysel bir yolu kendine edinen Günnur Özsoy'un heykelleri belirsizlikten form almaya başladığında, sanatçı tasarladığı zihinsel yapıyı belirlerken, asla gerçek gibi görünmeyen ve hiç de bitmişlik duygusunu vermeyen formları vücuda getirebiliyor.
Ruhlara maddilik kazandırırken yarattığı bazı formları adlandırıyor da: Mesela, Drakula bu figürlerden biri. Kendi ekseninde dönerek sabit bir hareketi de veriyor Günnur Özsoy heykellerine. Bir diğer figür de "Şebnem Hanım'ın Bacağı" adını almış: Bu sefer bizim topraklarımıza ait bir isim, Romen Drakula'nın tersine. Hatta bazen, figürleri o kadar bireyleşiyor ki, sanatçının yaptırımlarına bile karşı çıkabiliyor: Drakula figürü kaideyi altına kabul etmiyor. Aynada figürü gözükmeyen vampir, heykelinde de kaideyi istemiyor.
Neticede, belirsizliğin sınırlarından figürlere dönüşen heykeller, bu şekilde bir birey olabilecek kadar maddileşiyor. Ancak bu maddiliği heykellere veren formların ruhunu arayan, sanatçının kendisi. Çünkü, ruhun zapturapta alınması sanatın amaçlarından biri değil mi?