en
Çakıl Taşları, Gök Taşları, Yer Çekimi ve Kırmızıya DairKeçeler - Yeni Maddesellik: Günnur Özsoy'un Keçe Heykelleri Üzerine Hatıralar ve Mektuplar Akisinin İddiası - Günnur Özsoy ve Melis Golar söyleşisiHabitustan Momentuma, Nesneden Yapıya GeçişIşık Bütün, Benim Dünyam ParamparçaEsma Sultan'da Costa MeaCosta MeaCosta Mea ÜzerineGünnur İçin NotUfuk çizgisinin aşağısından ve yukarısından öykülerHız, tazelik ve canlılık - Günnur Özsoy ve Marcus Graf söyleşisiRastlantı ve Tasarı İkilemiÇakıl Taşları - Genel Yazı Günnur Özsoy'un HeykelleriBütün Gün / Her Gün 2Sanatın bir amacı var; o da ruhun zapturapta alınması. Paul Valéry
Akisinin İddiası - Günnur Özsoy ve Melis Golar söyleşisi
Melis Golar, 2017
 
M.G. : Heykellerinizde görmeye alışık olduğumuz soyut amorf formların dışına çıkıp, otoportre olarak ürettiğiniz eserle bizi şaşırttınız. Materyal seçimleriniz de oldukça ilginç. Örneğin pirinç, heykellerinizde kullandığınız bir materyal. Bu kez farklı bir ideal üzerinden kullanılmış. Kullandığınız materyaller ve eserin motivasyonlarından biraz bahseder misiniz?

GÖ. : Portre, otoportre denildiğinde aklıma ilk gelen Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa portresidir. Rembrandt’ın otoportresini farklı zamanlarda defalarca yapması ve Van Gogh’un kulağı kesik otoportresi beni hep çok etkilemiştir.
 
Günümüzde akıllı telefonların yaygınlaşmasıyla, selfie (özçekim) trend olma özelliğini elinden bırakacağa benzemiyor. Tanıdığım ve tanımadığım kişilerin selfie çekerken halleri ne ve sonrasındaki yorumlara bir çok kez şahit olmuşumdur. ‘‘Burada güzel çıkmışım’’, ‘‘burada çirkinim’’, ‘‘bu seksi’’, ‘‘bu çok masum’’, ‘‘bunu paylaşacağım’’, ‘‘sileceğim’’ gibi cümleler kişilerin kendilerini nasıl göstermek istedikleriyle çok alakalı. Hatta bazı uygulamalar kullanarak, olduklarından çok daha farklı bir görüntü elde etmek de günümüzde oldukça yaygın.
 
Otoportreme başlarken, geçmiş ile şimdi arasındaki portre ve selfie ilişkilerini gözden geçirerek yol aldım. Zihinlere kazınmış portre imajlarına meydan okumak ve kendimi nasıl ifade edebileceğimi bulmaya çalışmak, benim gibi en büyük iddiası her zaman soyut işler üreten bir sanatçı için heyecan vericiydi.
 
Bir heykeltraş olarak, malzeme benim için hep çekici olmuştur. Otoportremde kullandığım malzemeleri, ruh hallerimi değerlendirerek seçtim. Bir gün psikanalistimle yaptığımız seanslarımız sırasında ansızın ağzımdan ‘çok kırılganım’ lafı çıkmış ve nasıl söylediğime şaşırarak çok irkilmiştim. Çünkü kesinlikle kırılgan bir kişi olarak tanınmak istememekle beraber itiraf ettiğim gibi kırılganım. Kırılganlığın en kaba temsili benim için cam. Ancak, camı fanus biçiminde kullanırsam, hem göstermek hem göstermemek istediğim duyguları barındırabileceğimi düşündüm.
 
Hayatı ve ölümü eş zamanlı yaşadığım için fanusun içinde plastikten yapılmış bahar dalları kullandım. Heykellerimde geçmişe dair hatırlatmalar yapmak istediğimde kaide kullanırım. Bu cam fanusun bir kaidesinin olması, onun yerle hatta toprak ile bağına işaret etmek içindi. Kaidede kullandığım ışıldayan pirinç madeni; benim sadece sevdiklerimi düşündüğümde kullandığım bir malzeme olmuştur. Fanusun içinde kullandığım çivit mavisi pigment ise iç dünyamı dışa vurmamı sağlayarak benim geçirgenliğimi temsil eder ve bir akışkanlık duygusu yaratmayı hedefler.
 
Otoportremi düşündükçe bunun bir oto-portre mi yoksa bir natürmort mu olduğunu sorguladım. Benim cevabım hem sanat tarihi bağlamında hem duygularım manasında her ikisinin de geçerli olduğudur.
 
13 yaşında bir oğlum var ve Ömer’e otoportremin fotoğrafını gösterdiğimde “Küçük Prens’ten mi etkilendin?” sorusuyla karşılaşmam da benim düşünmediğim ama başka kapıları aralayacak fikirlere işaret etmektedir.