Hız, tazelik ve canlılık - Günnur Özsoy ve Marcus Graf söyleşisi
Marcus Graf, 2003
Marcus Graf: Sevgili Günnur, PG-Artworks’te önceki işlerinin devamı niteliğinde olan, ama aynı zamanda onların daha radikalleşmiş hâlleri olarak gördüğüm yeni bir serini sergiliyorsun. Öyleyse yeni serin hakkında konuşmaya başlayalım. Biçimsel ve içeriksel/kavramsal meselelerini açıklayarak anlatabilir misin?
Günnur Özsoy: Geçtiğimiz yaz deniz kenarında yatmış keyif çatarken, birdenbire kurşun döken birisini bulmak istedim ve kim dökebilir diye araştırmaya başladım. Meğer tanıdığım ve çok sevdiğim Emine kurşun dökmeyi bilirmiş. Ben de ondan hem bana kurşun dökmesini hem de bana el vermesini istedim. Annem hayattayken, belli aralıklarla kurşun döktürürdü. Benim arzum annemin ritüellerini devam ettirmek ve yine bir ritüel olarak da, kurşun dökmeye yetkili bir kişiden el alıp, isteyen kişilere kurşun dökebilmekti.
Bir heykeltraş olarak elbette bütün malzemeleri çekici bulurum. Her zaman, gördüğüm tüm malzemeleri bir gün değerlendirebileceğimi düşünürüm. Doğal olarak kurşuna da bu şekilde bakmaya başladım. İlk aklıma gelen fikir, isteyen kişilere kurşun dökmek ve bunları video ile belgeleyip, dökülmüş kurşunlarla bir yerleştirme yapmaktı. Ancak, yine her zamanki heyecanlı ve aceleci tavrımla atölyemde kendi kendime kurşun dökmeye başladım. Bu süreç oldukça keyifli geçti. Dökümler sırasında malzemeyi daha da iyi tanıdım. Çok hızlı eriyen ve çok hızlı donabilen kurşunun böylesine çabucak form alabilmesi benim için oldukça heyecan vericiydi. Çoğunlukla küçük bir kaidenin üzerine döktüğüm kurşunlar oldukça kırılgandı da. Bir kepçe ya da kaşıkta erittiğim kurşunları dökerken, kimi zaman onlara belli ölçülerde müdahale etmeye çalıştım. Bu hız ve tazelik bana suluboya resim yapıyormuşum duygusu verdi. Hız, tazelik ve canlılık...
M.G.: Tesadüf kavramı güncel çalışma sürecinde, daha doğrusu ön çalışmalar esnasındaki önemli konulardan biridir ve tasarım ağırlıkla rastlantıya veya öngörülemeyen biçimsel sonuçlara dayanır.
G.Ö.: Hız, canlılık ve kurşunun aldığı son biçimin sürprizleri... Ve dökülmüş kurşunları incelemeye başladım.
Döktüğüm bu küçük kurşun parçaları, arkaik bir şeylerin izini sürüyormuşum gibi bir his yarattı bende. Adeta hayati bir şeylerin başlangıçlarıydılar. Amorf ve organik formlarıyla, oluşturduğum heykel diliyle de kardeştiler. Bu sürecin sonunda, sergi için yaptığım heykellere başladım. Bu yeni serideki işler, her zaman olduğu gibi gene formları itibariyle organik. Maksimum boyutları iki metrenin üzerinde. Malzemeleri polyester. Renkleri kurşun rengi, siyahi mor, petrol yeşili ve beyaz. Heykellerin boyutları, yaptığım kurşun dökümleriyle karşılaştırıldığında abartılı ölçüde büyük. Formlarda, kurşunu dökme sürecindeki akışkanlık belirgin. Kurşundaki kırılganlık, formların yer yer incelmesiyle kendini gösteriyor. En belirgin özellikleri ise, boşluk oranlarının çok fazla olması. Çünkü kurşun, döküm esnasında patlayıp kendi boşluklarını oluşturuyor.
M.G.: Tesadüfün ve şansın önemli roller oynadığı kurşun objelerinin yaratım sürecini çok iyi tarif ettin. Bununla birlikte yaptığın heykeller biçimsel ve düşünsel olarak bilinçli bir şekilde, çok dikkatli ve yavaş bir süreç sonucunda meydana geliyor. Sanatsal sürecini, heykellerini ne şekilde düşündüğünü, tasarladığını ve meydana getirdiğini anlatabilir misin?
G.Ö.: Kurşun objelerin oluşması sırasında tesadüfler etkili oldu, ancak malzeme tanıyan bir sanatçı olarak, kurşunun çok hızlı eriyip çok hızlı donan bir maden olduğunun bilinciyle bu işlere başlamıştım. Dolayısıyla, buradaki şansı ben daha çok doğru çıkan tahminlerim olarak görüyorum. Genellikle yeni deneyimler yaşamaya hazır veya normal rutinimi bozmaya açık bir yapım var. Ukalalık gibi gelebilir ama kendi kendime fırsatlar yaratıp onları fark edebilme konusunda becerikli olduğumu düşünürüm. Sezgilerim çok kuvvetlidir, bu yüzden sezgilerime hep olumlu yaklaşırım. Düşünce ve biçimlendirme sürecinde hayal kurarken hep pozitif duygularla işe başlarım. İyi bir macera yaşayacağımı, eğleneceğimi, aksilikler olsa da bunları aşabileceğimi ve yeni bir şeyler öğreneceğimi düşünerek heyecanla yol alırım. Heykellerimin formları her zaman organiktir. Bu biçimler konusunda oldukça ısrarcı ve kararlıyım. Onları evrenin ve yaşamın parçaları olarak görüyorum.
M.G.: Yani, sonuç olarak bu seri bir anlamda tesadüf ve planın, aynı zamanda bilinç ve bilinçdışının arasında bir yerde konumlanıyor.
G.Ö.: Bu organik biçimlerle kendime ait bir dil oluşturduğumu düşünüyorum. Bu formların yaşamıma nasıl girdiğini düşündüğümde de, bunun temellerinin çocukluğumda kâğıt ve kalemle yaptığım karalamalarda yattığını fark ettim. Elbette birçok çocuğun yaptığı gibi resimler de yapardım. Ancak onlar daha çok başkalarına beğendirilmek üzere yapılan resimlerdi. Kendim için yaptığım çizimler birçok eğrisel çizgiden oluşan karamalardı. Eğrisel, yamuk çizgilerle doldurduğum kâğıtlar bana hiç bitmeyen bir oyun gibi gelir, Alice’in harikalar diyarındaymışcasına bitmeyen kapılardan geçip, zevk ve heyecan duyardım. İlk üç boyutlu çalışmalarım olan takılarımın formlarıysa, yine belirgin bir şekilde organikti. Takı çalışmalarımda denediğim birkaç geometrik işin üretim aşamalarında, kendimi sınırlar içine sıkışmış gibi hissettiğimi ve bunun hiç bana göre olmadığını düşünmüştüm. Heykellerimde kullandığım malzemeler ya da yoğunlaştığım temalar değişse de, formlarım hep organik dünyaya ait oldu. Benim için asıl olan heykel yaparken içinde olduğum süreçtir. Hiç abartmadan bütün içtenliğimle şunu söyleyebilirim: Bu süreç o kadar derindir ki, bu derinliği ifade edebilecek hazır kelimeler bulmaya çalışmak, yaptığım yolculukları sığlaştırmak gibi hissettiriyor bana. Nihayetinde, bir heykel yaparım ve bunu da elimden geldiğince iyi yapmaya çalışırım.
M.G.: Sergideki heykeller küçük, kurşun objelerin bir kopyası veya reprodüksiyonu mudur? Şayet öyle değilse, çıkarman veya eklemen gereken şeylere nasıl karar veriyorsun?
G.Ö.: Bu sergideki heykellerim ve kurşun dökümler birbirleriyle, biçimlerinden daha çok benim düşüncelerimin betimlenmesiyle ortaya çıkan kavram açısından ilişkili. Daha açık bir şekilde ifade etmem gerekirse, kurşun dökümler ve heykellerin birbirlerine ne kadar benzeyip benzemediği değil önemli olan. İşin esası, kurşun dökümleri yaptığım sırada zihnimde oluşan soyut düşüncelerin heykele dönüşmesi. Neticede bu benim yaşadığım ya da deneyimlediğim bir şey. Yani bana ait... Oysa, ortada da heykeller duruyor. Onlarla izleyicilerin nasıl bağlantı kuracağı veya ne şekilde algılayacağı, tamamen izleyiciyi ilgilendirir. Ben heykelimi yaparım. Sonrasında onların ne şekilde alımlandığı benimle ilgili bir süreç değil.
M.G.: Heykellerinin önemli bir parçası renk. Heykellerinin yalnızca biçimleri değil aynı zamanda renkleri de çarpıcı. Rengin yapıtlarında hem genel olarak hem de bu seri özelinde nasıl bir rolü var?
G.Ö.: Bu sergideki heykellerde şimdiye kadar kullanmadığım renkleri de kullandım. Bunlardan biri (büyük yaratıcılık eseri olarak:)) kurşun rengi. Kurşun rengi benim için grafit tozunun tek yumurta ikizi.
Grafit tozu, kum kalıplama yönteminde çok yaygın olarak kullanılır. Dolayısıyla bronz, alüminyum heykellerimin dökümleri sırasında yoğun olarak çalıştığım bir malzeme. O dönemde grafit tozunu ve kumda kalıp yapmayı o kadar sevmiştim ki, heykellerimi doğrudan kumda oyarak yapmaya başlamıştım. Yani çalışmalarımın pozitifini değil önce negatifini yapıyordum. Grafit tozu, kumda çalışmayı kolaylaştırmanın yanında, parlaklığı ve derinliğiyle de beni çok etkilemiştir. Bu yüzden alüminyum döküm heykellerimden oluşan bir sergimin kataloğunda, kum kalıplarımın fotoğraflarını da yayımlamıştım. Böylelikle benim için çok kıymetli olan yapıtın oluşum aşamasındaki sürece dair küçük de olsa bazı ip uçlarını paylaşmıştım. İşte o günlerden bugüne, atölyemin bir köşesinde grafit tozunu sihirli bir toz gibi özenle saklarım. Bu sergi için grafit etkisini verebilecek kurşun rengi boyayı bulduğumda ne kadar sevindim anlatamam. Beklenmedik olanı beklerken, binlerce renk ve çeşitli boya markasının içinden, hayalini kurduğum rengi buldum.
Bu sergi için ilk defa kullandığım bir diğer renk ise petrol yeşili. Hikâyeye kurşun dökmekle başlayınca, esas çocuk kurşun oluyor. Kurşun, ölümcül olmasıyla kafamda yer etmiş bir malzeme. Bu yüzden kurşun dökümleri yaparken gaz maskesi kullandım. (Maalesef, bu maskeyi sokaklarda da kullanmak zorunda kalmıştım. Sanırım bize nazar değmişti ve yayındaydık.) Kurşunun ölümcül olması, petrol için ölümüne savaş, benim algımda akraba iki bıyıklı ve sakallı.
Kurşun, petrol derken, çocukken annem ve babamdan duyduğum bir laf belirdi zihnimde. Ziftin peki!... Kurşun, petrol, zift... Bu üç yeni renk, bu şekilde heykellerimi kapladı. Bunların yanında, sergide benim soyut dünyama en yakın olan beyaz renkli heykellerim de var. Genel olarak çok sayıda renkli heykeller ürettim. Renk seçimlerimde formun özelliği, heykelin yer alacağı mekân ve yaşadığım duygular ile olaylar etkili oldu. İşlerimi yakından takip edenler, özellikle beyaz, kırmızı, bordo ve patlıcan morunun benim heykellerime mâl olduğunu söyler.
M.G.: Neden polyesterle çalışıyorsun ?
G.Ö.: Senin de bildiğin gibi bugüne kadar çok farklı malzemelerle çalıştım. İlk çalışmalarım bronz ve alüminyum döküm heykellerden oluşuyordu. Maddi imkânlarımdan dolayı, bu heykellerimin boyutları en fazla elli santimetre civarlarındaydı. Oysa daha büyük boyutlu işler yapmak istiyordum. Polyesterle çalışmak, hayal ettiğim boyutlarda heykeller üretebilmeme maddi olarak da imkan verdi. Böylelikle bütçemin elverdiği sürece büyük boyutlu işler yapabilmeye başladım (teşekkürler polyester).
Ben heykellerimdeki yüzeylerin, oluşturduğum kütleye kişilik verdiğini düşünürüm. Buna paralel olarak her malzemenin de benim için kişiliği vardır. Hatta malzemelerin auralarını görürüm. Polyesterle çalıştığım ilk büyük boyutlu işlerim meydana çıktığında “oh be!” demiştim. Ama bu malzeme o kadar suni bir şeydi ki, büyük boyutlu işler yapabilmemin yanında bana hiç bir derinlik vermemişti. Bu sebeple heykellerime renk girdi. Böylelikle renklerin derinlikleri, her rengin verdiği farklı ışıkla birlikte polyester heykellerim benim için kendi aurasını oluşturabildi. Teknik olarak polyester işlerimin içi boştur. Bu boşluk haline en iyi St. Petersburg’a bir bavul dolusu heykel götürdüğümde X-ray cihazında karşılaştığım görüntüyle iyice vakıf olmuştum. Oluşturduğum kütlelerin ince bir çizgiden ya da kabuktan oluştuğunu güvenlikle beraber teyit etmiştik. Yerkürenin kesitini düşündüğümde, gözümün önünde katman katman bir sürü oluşum belirir. Oysa benim polyester heykellerimin kesitinde sadece ince bir çizgi ya da kabuk var, içleri ve dışları boş. Bunun için polyester, boşluklar arasında kimi zaman geçirgen kimi zaman da bir ara kesit gibi beliriyor benim dünyamda. Polyester işlerimde kullandığım boya da bu duygumu hep pekiştirir. İşte bu geçirgenliğinden dolayı da bir sürü kavram için çok iyi denk düşen bir malzeme olarak görüyorum.
M.G.: İlk yaptığın kurşun objelerin ve sonrasındaki heykellerinin içindeki boşluk ve deliklerden bahsettin. Boşluk kavramsal ve biçimsel olarak yapıtlarında ne gibi bir rol oynuyor?
G.Ö.: Evet, boşluk ya da delikler tanımını her ikisi içinde kullanıyorum. Çünkü görsel bir şeyleri ifade edebilmek için bu tanımlar gerekli. Bunun yanında bir biçimin ifadesinden öte, benim düşüncemin betimlemesi olarak da boşluk ve delikler var. Üretim aşamasında, geçmişimden edindiğim deneyimler ve anılarımın devreye girdiğinden bahsetmiştim. Boşluk: Küçükken, her gece göğünde, yıldızların esrarengiz parıltılarının büyüsüne kapılır, gökyüzü ve yıldızlarla ilgili senaryo çalışmaları yapardım ve sonra arkadaşlarıma anlatırdım ve birlikte oynardık. O kadar kafayı takmıştım ki, bugün o günlerimden hangi arkadaşımı görsem bu senaryolardan bahseder. Yıldızların gökyüzünde asılı olduklarını düşünürdüm ama bir ip ya da benzeri bir şeyle değil, daha çok göremediğim yoğun bir şeylerin içinde var olduklarını hayal ederdim, doğrusu aynı hayallere hâlâ devam ediyorum. Yıldızların ışığına yakın olabilmenin derin bir boşlukla imkânlı olması gibi, heykellerimi de boşlukta hayal ederim. Bu yüzden yerçekimine karşı duruyormuş hissini uyandıran, tavandan sallandırdığım birçok heykelim var. Bir diğer boşluk deneyimim scuba dalış yaptığım zamanlar. Su altında yüzerlilikte kalmak, benim için boşlukta asılı olmayı deneyimlemek gibi. Scuba dalışta basınç altında kalmaktan dolayı vücudunuzda birçok dönüşüm meydana gelir. Heykellerin kendi içlerindeki boşluk biraz böyle bir dönüşümü işaret ediyor. Heykeller içlerindeki boşluğa ya da içlerindeki boşluk heykele dönüşebilir. Heykellerimin içindeki boşluk ta benim için heykeldir. Bu durumu, ışıldayan bir gökkuşağının şaşırtıcı bir büyüklükte masif bir kütle gibi görünmesine rağmen cisimsiz olması deneyimiyle açıklayabilirim. Heykellerimdeki boşluk doluluk hali, yin ve yang’ın ahenkli dengesini işaret ederlerken aynı zamanda birbirlerine dönüşebileceklerini de hissettirir.
M.G.: Edisyonlar üretebileceğin hâlde her heykelinden bir tane var, neden?
G.Ö.: Edisyonlu işler yapma fikrine çok açık bir sanatçıyım. Geçmişte üç edisyonlu heykeller de ürettim. Ancak son yıllarda işlerimin boyutlarının büyümesiyle birlikte doğrudan tek bir heykel yapıyorum. Çünkü kalıplar ve heykellerin kapladıkları alanlar çok büyük olduğundan atölyemde saklamam kolay olmuyor.
M.G.: Sanatçılar her yeni serilerinden biçimsel veya içeriksel anlamda bir “öğrenme çıktısı” elde ederler. Bu bağlamda, tüm çalışmaların içerisinde güncel serinin yerini nasıl değerlendirirsin? Neler öğreniyorsun veya öğrendin?
G.Ö.: Bu seriden form ve içerikle ilgili ne öğrendim: Bu yeni serinin bana en büyük katkısı seninle yaptığımız bu röportaj oldu. Doğrusu, yaptığım heykellerden neler öğrendim diye hiç düşünmem. Ama yaptıklarımı sana anlatırken kendime ve işlerime odaklanmak ve düşünmek kesinlikle beni geliştirdi. Sohbetlerimiz sırasında kafamda boşluk ve ışıkla ilgili yeni projeler filizlendi. Teşekkürler Marcus.