en
Kamusal AlanKarma SergilerOrganik Patern Aksinin İddiasıBrokenFormun GücüArt Meets Turkish LeatherWeltschmerzSeyyar RüyalarFikir DökümüTemmuz SergisiHayatta mısın?Tekinsiz OyunlarPoint Hotel ve Çağdaş Sanat - Şifre: İstanbulBuradan Çok UzaktaSıkıntı ve GökkuşağıExposition, CenevreÇini için Bir Yüzey Problemi Olarak Sonsuz TekrarSudaki SuretBütün Gün / Her Gün 260 Yıl 60 SanatçıÖzel Koleksiyonlar
Point Hotel ve Çağdaş Sanat - Şifre: İstanbul, 2009
Mekan: Point Hotel
Küratör: Beral Madra

Sanatçılar: Yeşim Ağaoğlu, Gülçin Aksoy, Volkan Aslan, Okan Bayülgen, Ali Cabbar, Nuri Bilge Ceylan, Nejat Çınar, T. Melih Görgün, Hakan Gürsoytrak, Gül Ilgaz, Bengü Karaduman, Esen Karol, Serhat Kiraz, Sıtkı Kösemen, Pablo Martínez Muñiz, Murat Morova, Sinan Niyazioğlu, Kadri Özayten, Ardan Özmenoğlu, Günnur Özsoy, Gülay Semercioğlu, Nilhan Sesalan Yüzsever, Kemal Tufan, Başak Ürkmez, Mohaç Yücel

İSTANBUL ŞİFRELERİ

İstanbul'un ufuk çizgisi hızla değişiyor; İstanbul Boğazı'ndan, Marmara Denizi'nden ve köprülerden geçerken tarihsel dokuyu taşıyan tepelerin arkasında gökdelenlerden oluşan yeni-gotik bir kentin görüntüsü geleceğe yönelik işaretler veriyor. Gökdelenler bir süredir İstanbul'a bakışın özelliklerini belirliyor. Geçmiş ile gelecek arasındaki görsel bir rekabet söz konusu olduğu düşünülebilir; ancak kentin kuzey kesimlerini işgal eden bu yeni yapılarla tarihsel kentin yüksek tepelerine yerleştirilmiş camiler arasındaki bu rekabet manzarasına olumsuz bakış coğrafi konumun sağladığı perspektif ayrışımı dolayısıyla etkisini yitiriyor.

Gökdelenlere çıkıldığında, kentin dört yöne uzanan sonsuzluğu bakışı etkiliyor; yine coğrafi özelliklerden dolayı bu görüntüde tekdüzelik yok; girintili çıkıntılı deniz kıyıları, uçsuz bucaksız mahalleler, gelişigüzel yapılaşma, kentin büyüklüğünün yarattığı bir irkilmeyle birlikte gözü oyalayan bir çeşitlilik oluşturuyor.

Point Hotel bu yeni doku içinde beyaz ve sade bir dikdörtgen; çevresel görüntüyü rahatsız etmeyen, ama kimliği olan işlevsel bir mimari. İç mekânlar yeni-modernist yaklaşımda, dingin ve rahatlatıcı. Bu, 20. yy'ın Bauhaus etkilerini yansıtan sadelik ve işlevsellik post-modern eğilimlerin öngördüğü geleneksel ve modern üslup bireşimlerinin kitsch gösterişine alışmış olanları şaşırtabilir.

Bu otele girenleri şaşırtabilecek başka bir görüntü daha var. Otel sahipleri, Türkiye'nin çağdaş sanat üretimi için sunum ve mekân olanakları açtı ve otel inşaatı boyunca sanatçılar davet edildi, yapıtlar üretildi ya da seçildi; en uygun yerlere yerleştirildi. Burada, belki ilk kez İstanbul turizminin enerjisiyle, çağdaş sanat üretimi arasında organik bir ilişki kuruldu. Otele gelenler ve otelde kalanlar, bütün odalar, bütün ortak kullanım alanlarına yerleştirilmiş fotoğraflar, videolar, heykeller, üç boyutlu yerleştirmeler dolayısıyla, İstanbul odaklı sanat ortamını yakından izleme ve tanıma olanağı bulacak; bir çağdaş sanat müzesine gitmiş gibi, bu üretim konusunda ayrıntılı olarak bilgilenecek. Dikkatli ve ilgili gözler yapıtların tümünün İstanbul üstüne yoğunlaştığını fark edecekler. İstanbul bu sergi konsepti içinde baş roldedir ve bu otel sahipleri ve sergi yapımcıları tarafından, bu otelin kullanıcılarına kente farklı bir bakış olanağı vermek için hazırlanmış bir ortamdır. Farklı bakışın, İstanbul'u tarihsel, geleneksel, siyasal, toplumsal ve kültürel açıdan bugüne ait düşünce ve kavramlarla algılama, anlama ve yorumlama içerdiğini anlatmak isteyen bir yaklaşımdır, bu.

İstanbul, 1980'lerden günümüze, küresel ekonomi ve siyasete koşut olarak küresel çağdaş sanat üretiminin önemli bir merkezi durumuna gelmiştir. Ekonomi ve siyaset alanında kent, kendine özgü modern ölçütleri ve gelenekleriyle çekici bir yönetim merkezidir. Bilgi ve yaratıcılık ekonomisi için de doğurgan bir ortam sunmaktadır. Eğlence ve turizm için bulunduğu coğrafi-kültürel konumun bütün bileşenlerini içermektedir ve Asya ve Avrupa arasında bir çekim alanı oluşturmaktadır. Kültür ve sanat da bu gelişmelere yeni biçimler ve boyutlar ekleyerek katkıda bulunmakta ve sürekli kenti başkalaştırmaktadır. 

90'lı yılların başından bu yana gerçekleştirilen sanat yapıtlarında kent, mikro ve makro anlatıların, temsiliyetlerin, taklitlerin ve metaforların çok önemli bir arka alanı olarak belirginleşiyor. Çok sayıda sanatçının resimlerinde, fotoğraflarında, videolarında ve yerleştirmelerinde İstanbul'a ait görüntülerin, yaşamların, ayrıntıların, karmaşıklığın, karşıtlıkların izi sürülebiliyor. Kenti, eğer doğrudan doğruya yapıtın konusu ve öznesi değilse bile, yapıtın nedeni olarak algılayabiliyoruz. Bu yapıtlarda her şeyden önce bir kültür, bilgi, yorum çeşitliliği dikkat çekicidir. Her ne kadar küreselleşm süreci, özellikle yeni gelişim alanlarında belirgin olan güçlü bir düzleştirici çokuluslu şirket kültürü, medya ve eğlence odaklı kültür dayatıyorsa da, kentin mimari ve demografik yapısı bu tekdüzeliği kırıyor. Farklılıklar her yönden gelen göçlerden kaynaklanıyor; yalnız Anadolu'dan değil, şimdilerde Balkanlar'dan, Doğu ve Güney komşulardan gelenlerin getirdiği kültür farklılıkları yeni fark katmanları oluşturmaktadır. Kültürler alaşımı günümüzde kültür gelişimi için en benimsenen biçimdir; bu alaşım, İstanbul için üretilen resimler, fotoğraflar ve videolarda izlenebilir.

İstanbul'un dünyanın en büyüleyici kentlerinden birisi olduğu söyleniyor. Günümüz yapıtlarında her zaman Güzel ve Yüce olan anlatılmıyor; insanların görmek istemediği gerçekler de gösteriliyor. Klasik sanatların Güzel ve Yüce olanı anlattığı dönemlerin geride kaldığını bilmek gerekiyor; bu bağlamda İstanbul'u oryantalist bir anlayışla anlatmanın gerçekliği de kalmamıştır. Geleneksel ve modern dünya görüşlerinin yıkılmasından sonra değer ölçülerinin değiştiğini biliyoruz. Neyse ki kültür toplumsal yaşamın bir parçası olarak toplumun eleştiren bilinci olma işlevini koruyor ve sanatçılar da geçmişe ait yönlendirmeler ve eylemlerin artık işlemediği bir durumu göğüsleyebiliyor. Onlar, birtakım yanıtlar verebilmek için yeni seçenekler ve eylemler bulmak zorundalar.

Ne ki, bu yanıtlar çoğu kez açık kapı bırakmayacak biçimde özel, öznel, mühürlü ve örtük; sanki izleyicinin içeri girmek için şifreye gereksinimi var. Geçmişte bir şifre bilmek zorunda olan insanlar casuslardı. Şimdi böyle bir şey yok. Şimdi, bilgisayarlar ve banka sistemleri egemenliğindeki günlük yaşamımızda çok sayıda şifre var. Bu şifreler yüzünden insan şaşırabilir, bunalabilir ve baskı altında kalabilir. Şimdilerde şifreleri tüketim sistemi tarafından kabul edilmek için ya da sanal ortama girebilmek için kullanıyoruz; şifreler bize bilgi ve bilgilenme gücü kazandırıyor. Şifreler bizi çok-kimlikli kılarken bir yandan da anonimleştiriyor.

Bu sergi de izleyiciye, sanat yapıtlarını şifre gibi kullanıp, İstanbul'un dolantılarına ve gizemlerine girmeyi öneriyor...

...

Resepsiyonun solundaki köşede Günnur Özsoy'un geleneksel bir malzeme olan keçe kullanılarak yapılmış çakıl taşlarına benzeyen biçimlerden oluşan soyut bir duvar işi yer alıyor. Özsoy, mekân ve nesne arasındaki ilişkileri ve nesnelerin algılanmasındaki renk ve ışık özelliklerini sorguluyor ve bu sorgulamalarını soyut biçimlere dönüştürüyor. Bu renkli keçe nesneler lobideki bütün figürlü sanat yapıtlarına karşıt bir öneri olarak işlev taşıyor.

...

Türkiye'deki çağdaş sanat üretiminden zengin bir kesiti gösteren bu koleksiyon, hem İstanbul'a gelen izleyiciye çağdaş sanat konusunda bilgilendirme ayrıcalığını sunuyor, hem de bu olgunun otel misafirleri aracılığıyla başka coğrafyalara tanıtılmasını sağlıyor.

- Beral Madra, Eylül 2009